Sabri Şenel yazdı. "Gümüşhane’nin artık taşı dönmeyen değirmenleri!"
Gümüşhane Arzular Kabaköy’ün değirmenleri çok meşhurdur. Sobran Edişe Deresinin merkezi geçiş güzergahı sayılabilecek bu köyler ve beldemiz aynı zamanda sularında değirmen taşlarını döndürecek debiye ulaştığı bölümdür. Sebze meyve tarımına imkan tanıyan kısıtlı sulak arazilerin bittiği yerlerde tahıl tarımı yapılırdı. Tarlalar bazen köye çok yakın bazen iki üç saati geçen yaya olarak eşek, katır ve at sırtında ulaşılırdı.
Tarlalar daha çok dağ yamaçlarında ya da dağların avucunda bulunurdu. Oralara ulaşmak gökyüzüne, aya, yıldızlara seyahate çıkmak gibiydi. Eşekle iki buğday bağı katırla, dört atla 6 bağ buğday sapı taşınırdı.
Buğdaylar önce sabah teniyle kadın veya genç kızlar tarafından çok erken saatlerde orakla biçilir. Buğday başaklarını biçmek toparlamak ustalık ve dikkat isteyen meşakkatli bir iştir. Allah’ın verdiği en önemli nimetlerden birisi olan buğdayın ekmek olmak için fırına ve sofraya gidişi önemli bir süreçtir.
İşte tarladan biçilen buğday önce köye, harmanlara taşınarak biriktirilir üst üste gobak vurulur. Buğday taşıma işi bitince harmanda bağlar birer birer açılır, çözülür, harmana yayılır, gevremeye bırakılır.
Buğday biçme ve toplamanın aksine bu sefer harmanda buğday başaklarından buğdayı ayırt etme işlemi bol güneş sıcak ister ve artık sap üzerine öküzleri koşmak gem üzerine binme zamanıdır.
“Ho babam ho!” Elimizde massa denilen uzun sopa öküzleri zaptı rapt altına alma sıcak yaz günü güneşte kan ter içinde sabahtan akşama kadar buğday sapları üstünde dön babam dön.
Hava serinleyinceye kadar aralıksız bu işlem iki ya da üç gün sürerdi. Artık buğday başakları samana dönüşür, buğday ve saman bir aradadır. Bu işlem yapılırken hayvanın dışkısı samana karışmaması gerekirdi. Bunun için teyakkuz halinde her an için teneke ya da kürek hazır bulundurulur.İitina ile mayıs alınır kenara bırakılırdı.
Artık buğdayı başağı saman halindedir. Samanın buğdaydan ayrılması için harman makinesi gerekir. Harman makinesi ahşaptan yapılmış özel bir makinedir. Bu makinenin sahibi ve işletmecisi rahmetli Mahmut Ezber amcadır.
Bu makinenin bir harmandan diğer harmana taşınması çok zordur. En az dört kişi gerekir ve kol omuz gücü ile taşınır. Akşam artık rüzgar beklenir, rüzgar buğdayı samandan ayırmayı hızlandırır ve kolaylaştırır.
Bazen ölçü kaçarsa çok rüzgar olunca sonuç hüsrandır. Bir gün bu hüsranı yaşayan Mehmet amca şöyle sitemde bulunur: “Yarabbi oldu mu şimdi aldın samanımı buğdayımı serptin sokaklara.”
Köylerde henüz elektrik yoktur. Şişeli lamba ve daha gelişmişi lüks lambası, gaz ocağı gibi pompalanır aydınlatma böyle sağlanırdı. Gece geç vakitlere hatta sabaha kadar bu çalışma sürerdi. Köyün geceleri gizemli sessizliği kolla çevrilen harman makinesinin gürültüsü, çocukların korkusunu yener onlara bu ses gürültü adeta şenlik ve cesaret verirdi.
Biz gurbetçi çocuklarıydık. Babamız mutlaka gurbette olurdu. Dedesi, nenesi olan şanslıydı. Evlerde abla ve ağabeyi yoksa annenin varlığına sığınırdık. Zira anne evin hem erkeği hem kadınıydı.
Gurbetçi çocukları babası olan babasız büyüyen yetimler gibiydik. Artık büyük ölçüde Tatargilin, İbogilin, Kadıgilin, Hocagilin, Kumaşgilin, Delfeslerin, imonnogilin, Osmangilin, Tufangilin vb. harmanları yoğun günler ve geceler yaşardı.
Artık buğday hayvan sırtında değirmen yolculuğuna çıkardı. Kabaköy’de iki değirmen vardı. Hocagilin ve Tatargilin değirmenleri.
Bazen bu değirmenler ihtiyaca cevap vermez komşu köylerde Edişe ve Sobran’a un öğüttürmeye giderdik. Kabaköy’de değirmenlerin taşını çevirecek bol su Dölek deresinden gelirdi. Gündüzleri Kabaköy’de bağ, bahçe, bostan sulaması yapıldığı için değirmene akşam sıra gelirdi.
Köyün sulama bendi uygun bir yerden dereye çevrilir, su Hocagilin değirmenin arkına yönlendirilir. Bu su kesme işlemi rahmetli Fikret Taşdelen öğretmenimiz tarafından yapılırdı.
Hocagilin değirmende gece boyu öğütme işlemi sürerken akan su dereye iner, Tatargilin değirmenin bendine yönelirdi. Hocagilin değirmende Molla Remzi amcam, Tatargilin değirmende Emrah Taşdelen amca nöbet tutar, geceleri un öğütürdü.
Zifiri karanlık gecelerde ne değirmen efsaneleri vardır. Bu efsaneleri dinlemek için 65 yaş üzeri insanlar dinleyicileri bekliyor. Geceleri herkesin uykuda olduğu bir anda değirmenci adeta köyün gece nöbetini tutardı. Bazen bir hayvan sesi ya da gürültü gecenin sessizliğini yarar, insanı ürpertir endişeye sevk ederdi.
Değirmenci, öğütülecek buğdaydan belli ölçüde ücretini buğday ya da un olarak takas olarak alır, satarak ihtiyaçlarını karşılardı. Köyün fırınlarının nefis ekmek kokan o güzel kesitlerinin bir önceki safhası değirmen taşının bütün seslere hükmettiği, nerede ise işaret diliyle konuşulduğu mekanlar değirmenlerdi.
Tarımın çok zor şartlarda yapıldığı buğday, saman, un, yarma, bulgur vb. ihtiyacının bile giderilemediği bir uğraştı. Çaresiz kalaycı, inşaatçı atalarımız kazandıklarının büyük bölümünü yine samana, buğdaya, ete, süte vermek zorundaydılar.
İşin aslı karın doyurmak aç kalmamak çok zordu. Ekmeğini taştan çıkaranların diyarında yine de biz taşını, toprağını, açlığını sevmiştik o toprakların.
Buna biz vatan sevgisi dedik.
Hiç küsmedik isyan etmedik. Bizim olmayan karnımızı doyurmayan bu taş, kaya ile avunduk, savunduk, ülke topraklarını bizim bildik.
İşte biz böyle bir karşılıksız sevdaya tutkun karşılıksız sevenlerin mirasçılarının torunlarıyız.